6 Mart 2011 Pazar

BİR PORTRE, BİN ÇEHRE: CEMİL MERİÇ...

“Ve adam tırmanıyordu.
 Musa’nın gözlerini kamaştıran nur,
Kavurdu gözbebeklerini…”

Bazı insanlar bizden farklıdır. Aramızda yaşarlar. Bizim tanık olduklarımıza tanık olur, bizimle aynı atmosferi teneffüs ederler.  Zaafları, isyanları, öfkeleri bizimkine benzer; ama yine de bir başkalık vardır onlarda. Onlar da severler ancak sevgi en çok onların kelimelerinde tarifini bulur. Ürperti en çok onların kaleminden döküldüğünde ruhlara sirayet eder. Bir Facianın Hikâyesi’ni en çok onlardan dinlerken ruhumuz karıncalanır. Bu Ülke’nin serencamını en güzel onlar ifade eder. Onlar aramızda yaşar; telaşlarımızın, hesaplarımızın, çırpınmalarımızın arasında, şehrin dağdağasının ortasında yaşar; fakat asude bir hayat sürerler. Bazılarımıza göre fildişi kulelerinde, bazılarımıza göre ise sırça köşklerinde hayata dokunmaya ve onu yorumlamaya çalışırlar. Ama yine de çok iyi biliriz ki onlar bizlerden farklıdır. Kiminin, “Kulaklarında bir ses uğulduyordur. Kimsenin duymadığı bir ses…” Ve acımasız bir dünyayı kelimelerle yumuşatmaya çalışıyordur.(C. Meriç) Kiminin, “Düşüncesinin kanatları arşın ufuklarına çarpa çarpa kanamaktadır.”(Necip Fazıl) Kimi; “Tanıklık, sorumluluktur.” (Ali Şeriati) Der ve hayatını bu söze şahit kılar. Kimisi ise, “Birkaç teli kırılmış bir enstrümanın yanık inlemesine” benzetir yazdıklarını. (Nurettin Topçu) Çoğu kimseden farklıdır onlar. Kim bilir belki de farkında oldukları için bizden bu kadar farklıdırlar…    



Karanlıkta Bir Çığlık

Ölümünün yirminci yıl dönümünü idrak ettiğimiz şu günlerde bizler de merhum Cemil Meriç’i yâd etmek ve selamlamak istedik. Meriç, anlatılması zor bir aydın. Onu anlatmanın zorluğu biraz da kategorize edilemezliğinden kaynaklanır. Cemil Meriç’in eserlerinin bütünü incelendiğinde onu bir zümreye, ideolojiye veya ekole iliştirmenin zorluğu daha iyi anlaşılır. Marksist tezler, liberal görüşler, Osmanlıcı yaklaşımlar, İslami prensipler, Hint ve Uzakdoğu öğretileri, Batı merkezli analizler veya doğucu refleksler… Bütün bu terkiplerin onun anlam örgüsünde kendine özgü bir yeri vardır. Kitaplarından birinin isminden hareketle söylenecek olursa, tam anlamıyla bir Kırk Ambar’dır onun fikir dünyası. Bilgiye susamış bir aydının önüne çıkan her suyu yudumlaması, her aydınlığa koşması, her hakikat kıvılcımına atılmasıdır ilk göze çarpan özelliği. Kendi ifadesiyle; bedeni, ruhu ve zihni aç olan bir kişinin canhıraş bir şekilde hakikat yolculuğuna koyulmasıdır.

Meriç, kitapların arasında kıtaların mirasını fethe çıkar. Büyük anlatıların semtine uğrar, mistik öğretilerin vadilerinde soluklanır; aklın, tenkidin ve tekniğin duraklarında bekler. İrfanın künhünü araştırır. Edebiyatın sarp uçurumlarında pusulasız gezinir. Durmaz… Durmayı düşmek, eskimek, aşınmak ile eşdeğer görür. O aradıkça yol da yolculuk da uzar. Düz menziller çetrefilli patikalara, berrak sabahlar sisli zamanlara karışır. Sanki o bulmaktan çok aramaya yazgılıdır…  Ve her arayışı ona yeni bir çehre kazandırır. Silinen her çehreden geriye silik izler kalır. Ortaya bir portre çıkar: Bir adam ve bin çehre…

Bu kadar çok çehresi, tercihi ve öyküsü olan bir aydın için söylenebilecek en manidar ifade belki de şudur: Karanlıkta kopan bir çığlık. Aradığı aydınlık uğruna gözlerini feda eden bir aydının çığlığı. Gözlerindeki ışığın günden güne solmasına karşın kalbindeki ve kafasındaki aydınlığı an be an çoğaltan bir “fikir işçisi” Evet o bir fikir işçisidir. “Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı” bir ülkede mütecessis bir fikir işçisi...



Kelime Kuyumcusu           


“Kelime küfür, kelime dua, kelime büyü…”

Meriç’in en belirgin vasıflarından birisi, kelime seçimindeki sıra dışı hassasiyeti ve kendine özgü üslubudur. Kelimeler onun kaleminden döküldüğünde çarpıcı çağrışımlara ve yeni anlamlara bürünür. Kelimeler cümlelere, cümleler bir çağlayana dönüşür. Cemil Meriç’te kelime seçimi histerik bir takıntıya dönüşmüştür dense yeridir. Kendine has üslubu muhafaza etmek için yer yer anlamı ikinci plana attığına dahi tanık oluruz; ama ahenkten ödün verdiği vaki değildir. Kafiyeli, canlı ve vurucu ifadeler elde etmek için bazen doğruluğu tartışmalı cümleler kurmaktan sakınmaz. Kelimelerle illüzyon yapar Meriç. Bir ateş ırmağını andıran konuların üzerinden kelimelerden köprüler kurarak geçer.

Onu yazı dünyasında ayrıcalıklı kılan da sözünü ettiğimiz serazat üslubu ve sözcüklerle kurduğu muazzam ahenktir. Kendisinden sonraki birçok yazarın onun düşüncelerinin peşi sıra gittiği belki söylenemez; fakat üslubunun birçok kalem erbabını etkilediği bir gerçek
Doğu-Batı: Bir Kadim Mukayese:



Cemil Meriç’in üzerinde en fazla durduğu konuların başında Doğu ile Batı Medeniyetlerinin mukayesesi gelir. Gençlik günlerinden olgunluk dönemlerine kadar dikkatini Batı edebiyatı ve düşüncesi üzerine teksif eden Meriç, hayatının ileriki dönemlerinde yüzünü daha çok Doğuya çevirmiştir. Fakat Meriç, Doğu’yu, çoğunlukla genellemeci ve Batı menşeli öngörülerden hareketle irdeler. Oryantalist tuzaklara dikkat çeken bir aydın olmasına rağmen, zaman zaman kendisinin de sözünü ettiği tuzaklara kapıldığı söylenebilir.

Meriç’e göre Batı aklın, Doğu ise irfanın anavatanıdır. Doğu şiirsel, Batı rasyoneldir. Doğunun kapısı durağan bir huzura; Batının kapısı dinamik bir karmaşaya açılır. Batı afakî, doğu enfüsi hakikatlerin müştakıdır. Doğu gizemin, Batı ise kaosun yurdudur. Batıdan tenkit, Doğudan teslimiyet devşirilebilir. Doğu bütünüyle ruh, batı kaskatı madde… Örnekler çoğaltılabilir. Cemil Meriç’in yaptığı bu tasnifin iki coğrafyayı anlama noktasında ideal bir ölçü sunduğu pek söylenemez ve yapılan tasnif fazlasıyla oryantalist izler taşır. Elbette medeniyetlerin kendilerine özgü karakteristik özellikleri vardır. Bu özellikler farklı zaman ve koşullarda baskın bir özellik gösterebileceği gibi çekinik bir hüviyete de bürünebilir. Doğuyu yalnızca hissin, hayalin ve ruhsal arınmanın coğrafyası olarak nitelemek bazı soru işaretlerini de beraberinde getirecektir. İslam medeniyetinin pozitif bilimlere, felsefeye ve sanata yaptığı büyük katkıları ve Uzak Doğu uygarlıklarının önemli bilimsel buluşlarını Cemil Meriç’in sunduğu şablon ile açıklamak nerdeyse imkânsızdır.


İlginçtir. Cemil Meriç’in Ortadoğu’yu Anadolu’yu tanıması Hindistan ve uzak doğu bilgeliğini keşfinin akabinde gerçekleşmiştir. Bir Dünyanın Eşiğinde isimli eseri, Meriç’in Doğu incelemelerinin miladını teşkil eden önemli bir eseridir. Batılı düşünürlerin Avrupa’yı etkisi altına alan katı pozitivizmden ve maddecilikten kaçarak soluklandıkları bir coğrafya özelliği taşıyan Hint coğrafyası, Meriç içinde bir sığınak olmuştur. Meriç o zamana kadar içinde bir yabancı gibi yaşadığı toplumun farkına, İran ve Hint kültürleri üzerine yaptığı incelemelerden sonra varabilmiştir. Meriç’in kendi coğrafyası ile yüzleşmesindeki bu gecikme İslam medeniyetini ve onun göz kamaştıran mirasını daha sınırlı ölçüde incelemesinin gerekçesi olarak görülebilir. İslam’ı yıllarca batılı yazarların bakış açısı ile öğrenen Meriç, yalnızca ömrünün son demlerinde İslam’ı birincil kaynaklarından hareketle incelemiş ve İslami dünya görüşüyle bağ kurmuştur. Söz konusu gecikme, Meriç’in biyografisinde karşımıza çıkan bazı düşünsel buhranlarının ve ameli noktadaki eksikliklerinin en önemli nedeni olabilir. Batı coğrafyasını birçok Batılı ansiklopedistten daha iyi irdelemiş olan Meriç, maalesef İslami öğretiyi aynı kuşatıcılık ile inceleme fırsatı bulamamış ve dolaylı bilgiler ile yetinmiştir.


Yakın Tarihe Yolculuk:

Cemil Meriç’in, Osmanlı devletinin en buhranlı dönemi olan batılılaşma dönemini, Tanzimat Fermanı(1839) ile başlayan sancılı süreci ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarını tarihsel arka planı ile birlikte inceleme gayreti içerisinde olduğu görülür. Özellikle yakın tarihin kültürel kırılmalarını ve düşünsel değişimlerini inceleyen Meriç, söz konusu dönemi fikirleriyle etkileyen Batıcı, Turancı ve İslamcı akımlardan ve bu akımlara yön veren öncü şahsiyetlerden hareketle, bir yakın tarih analizi yapmıştır.

Mazinin bilinmesini önemser Cemil Meriç. Geçmişinden kopuk, dününden bihaber nesiller onu fazlasıyla endişelendirir. Kültürün yeni kuşaklara transferinin gerekliliğini sık sık dile getirir. Bundan ötürüdür ki, tarihin hafızasında ve zamanın fanusunda unutulmaya terkedilmiş mütefekkirleri ve nitelikli eserleri gün ışığına çıkararak okuyucunun dağarcığına katar.

Cemil Meriç eleştiriyi fazlasıyla önemser. Fakat bazen bu duyarlılığı eleştiriyi bir bilgi mancınığı gibi kullanmasına sebep olmuştur. Bazı eleştirilerinde aşırı yüceltmenin, bazılarında ise ölçüsüz kıyıcılığın emarelerine rastlamak mümkündür. Meriç, bazen dilini bir kılıç gibi kullanmaktan çekinmez.  Tahlil ettiği eserleri ve eser sahiplerini mağrur bir eda ve istihza ile okuyucusuna takdim eder.

Uçurumun Kıyısında Uyanan Şuur


Meriç’in uğradığı düşünce izleklerinden ilki Marksist dünya görüşüdür. Gençlik yıllarında Marksizm’i adaletsizliğe ve sömürüye karşı bir direnç noktası olarak gören Meriç, içerisinde bulunduğu manevi buhran ve anlamsızlığın anaforundan kurtulmak için Marksizm’in sınıfsal eşitlik söyleminde teselli arar. Meriç’in Marksist dünya görüşüne yönelişi bir kaçış ve sığınak aramadır aslında:


“Gençliğim Allahsız bir vadide akan başıboş bir ırmaktı.”

“İmandan şüpheye, şüpheden inkâra, inkârdan maddeciliğe geçiş… Ama şuurundaki bu devrim onu çevresinden bir kat daha koparıyordu. Küstah, tedirgin ve yalnız…”
“Marksistim dediği zaman tek işçinin elini sıkmış değildi.”


Uzun yıllar Proudhon’un, Marks’ın ve Engels’in sadık bir müdavimi olan Meriç, zaman içerisinde Materyalizmin varlığa ve hayata yönelik önermelerinin tutarlılığını sorgulamaya başlar. Sınıf teorisinin Türkiye’de birebir karşılığı yoktur ve Sosyalist felsefe ezilenlerin sorunlarına çözüm sunacak kuşatıcılıktan yoksundur.

 Meriç’in Materyalist dünya görüşünden kopuşunu hızlandıran kendine özgü özelliklerine de değinmek gerekiyor. Uzun yıllar şiire ilgi duyan ve romantizm ekolünün eserlerini Türkçeye tercüme eden Meriç gibi bir aydının, metafiziği bütünüyle reddeden bir öğretiyi uzun yıllar boyunca benimsemesi zaten muhaldir. Çünkü şiirin hamurunu oluşturan hüzün, sevgi, firkat ve vuslat duyguları esasında ruhani ve metafizik alanın kapsamında olan terimlerdir. Sevgiyi dahi salt biyolojik dürtülere indirgeyen bir ideoloji ile bir şairin aynı kulvarda yürümesi düşünülemez. Üstat Sezai Karakoç’un da veciz bir şekilde ifade ettiği gibi: “Materyalist şiir olmaz.” Şiir aşkın bir deneyimdir ve varlığını maddeciliğin soğuk dünyasında idame ettirmesi olukça güçtür. Meriç’in bu gerçeği fark etmesi Materyalist felsefe ile arasındaki mesafeyi derinleştirmiştir. Meriç’in Hint mistisizmine ve Doğu bilgeliğine olan ilgisi bu aşamadan sonra artmıştır denilebilir.
Aramaya devam eder. İslam tarihindeki irfan ekolleriyle tanışan Meriç, İslam’ın, ruhu terbiye etmeye yönelik önerilerinin insanın doğasına daha uygun olduğunun bilincine varır. Nefsi temayülleri yok etmeyi değil, kanalize etmeyi; benliği imha etmekten çok ıslah etmeyi ve insanı hayatın edilgen bir üyesi olmaktan çıkarıp etkin bir aktörü haline getirmeyi sağlayan İslam irfanının, diğer mistik öğretilerden daha asil ve hayata müdahil kimlikler oluşturduğunun ayırdına varır.

Meriç’in Osmanlı tarihine yönelik incelemeleri, onda maziye karşı bir tutku oluşturmuştur. Bir tür müphem halden malum maziye kaçış duygusu… Ama bu kaçma ve sığınma yer yer, kuru ve içi doldurulmamış bir savunmaya dönüşür. Osmanlı İmparatorluğu’nun karşı durulamayan bir güç olduğu kudretli zamanlarına duyulan bir özlem… İhtişamlı günlerin ve onu takip eden bozgun akşamlarının sosyolojik arka planını yeterince irdelemeden düzülen uzun methiyeler…
“Coğrafyaları atlas bir kumaş gibi kesip biçerdik; kılıcımızdan kelleler damlardı. Bir biz vardık dünyada bir de küffar…”Çoğu kimsenin hayatında, kendi gerçekliği ile temas kurduğu anlar vardır. Cemil Meriç’in de fazlasıyla etkilendiği karşılaşma anları olmuştur. Kendi gerçekliğini bütün çıplaklığıyla fark ettiği anlar… Yurtiçi gezilerinden birinde bir gencin yüzüne haykırdığı “Sen bizden değilsin!” Hitabında ifadesini bulan sarsıcı bir eleştiri ile alt üst olur... Bu haykırış yaşadığı topluma, coğrafyaya ve teneffüs ettiği kültür iklimine yabancı aydınların eleştirisidir… Batı tarzı bir yaşamın ve düşünce kodlarının gönüllü taşıyıcısı rolünü benimsemiş olan misyoner aydınların tenkidi… Sarsılır…
“Evet, ben onlardan değilim. Ama onlar kimdi? Uçurumun kenarında uyanıyordum. Demek boşuna çile çekmiş, boşuna yorulmuştum. Bu hüküm hakikatin ta kendisiydi.”
   
       
Ve değişim başlar!



Meriç’in yetmişli yıllardan sonraki yazıları incelendiğinde yaşadığı bu değişimin izleri bariz bir biçimde görülebilir. Gerek Kültürden İrfan’a ve Bir Facianın Hikâyesi isimli eserlerinde, gerekse röportajlarında daha sahih, yerli ve İslami bir dile yöneldiği fark edilir.

Sonuç:


Düşünürleri ve toplum önderlerini yaşadıkları “düşünce evriminden” bağımsız olarak ele almak yanlış çıkarımları beraberinde getirir. Düşünce ve fikri gelişim, hayatın bir döneminde sabitlenemeyeceğine göre; aydınları değerlendirirken onların yaşadıkları bilgilenme serüvenlerini göz önünde bulundurmak kaçınılmazdır. Aksi halde bir düşünürün herhangi bir tezini, o düşünürün makro bilgi düzleminden bağımsız bir şekilde ele almak ve hakkında genel bir hüküm vermek yanılgısına düşebiliriz. Elbette süreç önemlidir. Ama süreçten daha önemli olan gelinen noktanın neresi olduğudur.

Türkiye gibi köklü bir epistemolojik kopuş yaşamış olan toplumlarda, nitelikli düşünce adamı yetiştirmek oldukça zor ve sancılıdır. Bu nedenledir ki zaafları, açmazları ve tutarsızlıklarına rağmen kaygı sahibi aydınlarımızı daha yakından tanımak vicdani ve ahlaki bir mesuliyettir. Meriç geride büyük bir külliyat bıraktı. Ömrünü tozlu kütüphanelerin ve devasa kitap yığınlarının arasında geçirmiş olan bu bilgi aşığını bir kez daha rahmet ve minnetle anıyoruz.

Şüphesiz evveli, ahiri ve akibeti en iyi bilen sadece Rabbimizdir.


EMİN MANSURİ / Özgür İrade

Cemil Meriç, birkaçı dışında, İslam dünyasının aklı önceleyen düşünürlerini ve akılcı damarını adeta görmezden gelmiştir. İbn-i Sina’ya, Farabi’ye, Kindi’ye, Nazzam’a, İbn-i Hazm ve nice seçkin filozofa yabancıdır Meriç. İstisna olarak mezkûr kuşağın önemli isimlerinden olan İbn-i Haldun’un onun eserlerinde ayrı ve ayrıcalıklı bir yeri olduğu görülür. İbn-i Haldun’u tanıması Meriç’in düşünce dünyasında önemli değişimlere yol açmıştır. Mukaddimeyi oldukça derinlikli bir şekilde irdeleyen Meriç, birçok eserinde Mukaddime’ye göndermelerde bulunur ve kitabın müellifine olan hayranlığını açıkça ifade eder. Meriç’in İslam kültür mirası ile tanışması büyük ölçüde Mukaddime üzerinden gerçekleşmiştir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder